PEYAMİ SAFA (1899-1961)
Fatih-Harbiye: Yazar, bu romanında Doğu-Batı çatışmasını, yanlış Batılılaşmanın aile üzerindeki olumsuz etkilerini ele almış; bunu Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’un iki yakasındaki farklı yaşam biçimlerine ait iki aileyi merkez alarak anlatmıştır. Geleneksel bir ailenin Batı yaşam tarzına özenen çocuklarının toplumsal uyumsuzluğu yansıtıldığı romanda “Fatih”, Doğu kültürünün, geleneksel değerlerin, örf ve adetlerin yaşandığı bir semti; “Harbiye” ise Batılı yaşam tarzının sürdürüldüğü bir semti temsil eder.
Çocukluktan beri arkadaş olan Neriman ve Şinasi birbirlerini sever, herkes onların evleneceğini düşünür. Neriman’ın babası Faiz Bey de Şinasi’yi çok sever. Neriman, zamanla Şinasi’den soğumaya, oturduğu semt olan ve eskiyi, gelişmemişliği, geleneksel yaşamı simgeleyen Fatih’i sevmemeye başlar. Bir gün Macit adında yakışıklı, zengin ve kibar biriyle tanışır. Macit, Batı’yı ve gelişmişliği temsil eden Harbiye’de oturmaktadır.
Macit’le birbirlerine âşık olan Neriman, yeni bir hayata adım atar ve balolara gitmeye başlar. Ancak daha sonra bu hayatı bırakıp kendi evine döner ve babasına Şinasi ile evlenmeyi kabul etiğini söyler. Romanda Neriman Doğu ile Batı arasında kalıp bunalımlar ve iç çatışmalar yaşayan, Batılılar gibi yaşamaya merak salan, daha sonra hata yaptığını anlayıp kendi kültürüne dönen Türk gencini temsil eder. Eserde Fatih semti, Darü’l-elhan ve konak Doğu’yu; Maksim, Beyoğlu ve Perapalas Batı’yı temsil etmektedir.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu: Otobiyografik bir romandır. Peyami Safa, bu eserini kendi hayatının bir bölümünden, çocukluğunda geçirdiği kemik hastalığından esinlenerek yazmıştır. Ruhsal çözümlemelerin ön plana çıktığı romanda aşk, kıskançlık, umut, sevinç, hüsran, kararsızlık gibi duygular kemik rahatsızlığı yaşayan bir gencin psikolojik bunalımları etrafında anlatılmıştır.
Roman, yalnız ve hasta bir çocuğun yaşadığı sıkıntılar ve acılar çevresinde Nüzhet’e duyduğu çocukça aşkı ve kıskançlığı konu edinir. Romanın kahramanı on beş yaşında bir çocuktur. Bacaklarından biri, yedi yaşından beri sancılanmaktadır. Gittiği hastanenin 9. hariciye koğuşunda, hastaya “kemik veremi” teşhisi konulur. Doktorlar, iyileşmesi için maddi ve manevi bir sıkıntı çekmemesi gerektiğini söyler. Durumu buna elvermediği için Erenköy’deki “Paşa” akrabası, çocuğu köşküne alır ve ona bakar. Konakta, çocuk ve Paşa’nın kızı Nüzhet birbirlerini sevmeye başlar. Ancak aile, kızlarını zengin bir doktor olan Ragıp Bey’le evlendirmeye karar verir. Bunun üzerine çocuk iyice hastalanır, Paşa’nın evinden kaçarak hastaneye yatar. Doktorların çabası sonucu ayağı kesilmeden, ameliyatla iyileştirilir. Sağlığına kavuşan çocuk, eve gelir ancak acı gerçeği yani Nüzhet’in evlendiğini öğrenir.
Bir Tereddüdün Romanı: Yazarın kendi hayatından izler taşıyan, otobiyografik romandır. Eserde, bir yazarın hayata, olaylara, insanlara, kendisine âşık olan Mualla ve Vildan adlı iki kadın arasındaki tereddüdü anlatılır. Romanın kahramanı olan bir yazarın kararsız kalma, tereddüt etme temasının işlendiği psikolojik bir romandır. Romanda olaydan çok ruh çözümlemeleri, kahramanın olaylara, insanlara, topluma bakış açısı verilir. Romanın kahramanları yazar, Mualla ve Vildan’dır. Mualla, kendisine tavsiye edilen bir kitabı okur, yazarını merak eder ve onunla tanışır. Yazar, bekâr olan Mualla’yı beğenir ve ona evlenme teklif eder. Diğer taraftan yazarın hayranı olan Vildan da yazara evlenme teklif eder. Yazar, karar vermekte güçlük çektiği ve her şeye tereddütle yaklaştığı için kalıcı ilişkiler kuramaz.
Matmazel Noraliya’nın Koltuğu: II. Dünya Savaşı yıllarında tıp öğrenimi gören materyalist görüşe sahip Ferit’in “varlık sorunu”nda bocalayıp bunalıma girmesi, daha sonra mistik dünya görüşünde karar
kılıp huzura kavuşması üzerinde durulur.
Psikolojik ve sosyolojik tahlilleri olan romanda yazar, insanlığın içindeki bunalıma çözüm olarak ruhçu dünya görüşünü savunur. Romanın kahramanı Ferit karşılaştığı doğaüstü olaylara kendince çözüm bulamayan ve bu yüzden tereddüde düşen materyalist düşünceli bir gençtir. Ferit çevresindekilerin telkinleri ve yaşadıklarıyla tereddütlerinden kurtulur, huzura erer.
Biz İnsanlar: Kurtuluş Savaşı yıllarının sosyal yaşamda meydana getirdiği yıkımları, işgalcilerle işbirliği yapanları konu edinir.
Sözde Kızlar: Mütareke yıllarında işbirlikçi çevrelerin kokuşmuş yaşamını, ahlak bozukluklarını, Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı toplumsal bunalımı konu edinir. Romanın kahramanları; Mebrure, Behiç, Nafi Bey’in karısı ve kızıdır.
Yalnızız: Manevi değerlerden uzaklaşıp materyalizmin esiri olan, bu yüzden yalnızlaşıp bunalıma giren, toplumun değerleriyle ters düşen Feriha, Meral ve Selmin’in sosyal ve biyolojik benlikleri arasındaki çatışmayı dile getirir.
AHMET HAMDİ TANPINAR (1901-1962)
Huzur: Roman, II. Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’da yaşanan bir aşk görünümündedir. Tanpınar, Cumhuriyet’in ilk yıllarında romanın arka planında eski ve yeni arasındaki çatışmayı, geçmişe sırt dönülmesinin yol açtığı hüznü ve Doğu kültürünün yok sayılan estetik değerlerini işler. Batılı değerlerin toplum üzerinde yarattığı medeniyet krizini gözler önüne serer.
Tanpınar’ın yaşamından izler taşıyan roman; bir şairin aşk, İstanbul, musiki, resim, mimarlık, doğa gibi kavramlarla örülü estetik dünyasını anlatır. Romanda, Mümtaz ile Nuran’ın aşkı çerçevesinde Doğ - Batı, eski-yeni, geçmiş-var olan değerler, aşk-toplumsal sorumluluk arasındaki çatışma ve bu çatışmanın doğurduğu bireysel bunalımlar irdelenir. Romanın olay örgüsü, Nuran ve Nuran’ı seven Suat ile Mümtaz arasında ağırlıklı olarak da Mümtaz’ın psikolojisi üstüne kurulur. Kocasından ayrılan Nuran’ın Mümtazla evleneceğini düşünen Suat, intihar eder; bu durum Mümtaz’ın psikolojik dünyasını altüst eder. Nuran’ın kocasıyla barışması ise Mümtaz’ı bir kez daha derin bir bunalıma düşürür.
Sahnenin Dışındakiler: Millî Mücadele Dönemi’nde İstanbul’un durumunu anlatan siyasi meselelerin işlendiği bir romandır. İstanbul, romanın başkahramanı Cemal’in şahsında yansıtılır. Romanda, Kurtuluş Savaşı’nın yaşandığı günlerde (1920) İstanbul, sahne dışı olarak ele alınır; asıl sahne Anadolu’dur. Cemal, üniversitede okumak ve çocukluk aşkı Sabiha için çocukluğunun geçtiği İstanbul’a gelir; diğer taraftan toplumsal sorumluluklarını düşünür. Anadolu’daki insanlar düşmanla mücadele ederken İstanbul’dakiler kendileriyle mücadele eder. İki farklı dünyanın karşıtlığı üzerine kurulan romanda Cemal’in gözüyle İstanbul’un işgal yılları anlatılır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü: Doğu-Batı uygarlığı arasında bocalayan toplumumuzu ironik bir dille eleştiren fantastik bir romandır. Eser, çocukluğu Abdülhamit Dönemi’nde geçen, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini de yaşayan Hayri İrdal’ın anıları şeklinde verilir. Romanın başkahramanı, Hayri İrdal’ın şahsında geçmişe özlem duyup içinde yaşadığı zamanla uyuşamayan insanlar anlatılır. II. Meşrutiyet’ten başlayarak siyasetin güdümündeki sanat anlayışının, kısır tartışmaların içinde bocalayan üniversite çevrelerinin ve sonradan görme zenginlerin eleştirisi yapılır. Eser dört bölümden oluşur: Birinci bölüm, “Büyük Ümitler” Tanzimat öncesini, ikinci bölüm, “Küçük Hakikatler” Tanzimat Dönemi’ni, üç ve dördüncü bölümler ise Cumhuriyet’in ilk yıllarını ve devamını ele alır. Saatlere hayran olan Hayri İrdal ile Halit Ayarcı, Saatleri Ayarlama Enstitüsü kurar. Hayri, kendini saatlerin dünyasına öyle bir adamıştır ki çevresinde olup bitenleri, hatta karısı Pakize’nin kendisini Halit Ayarcı ile aldattığını bile fark edemez. Sonunda hükümet bu enstitünün gereksiz olduğuna karar verip tasfiyesini ister.
Mahur Beste: Yazar bu romanında, Osmanlının son dönemindeki İstanbul’un konak hayatı, kadın dünyası ve gündelik insan ilişkileri içinde gezinir. Düş kırıklığı, isyan ve umutsuzluk arasında bir çıkış yolu arayan bireylerin trajedisini anlatır. Tanpınar’ın ilk kitabı olmasına rağmen en son kitaplaşan romanıdır. Acı bir aşk hikâyesinin klasik musiki kalıplarıyla anlattığı romanda, Tanpınar, 19. yüzyıl sonrası toplumumuzun değişim ve başkalaşımından kesitler sunar. Romanın kahramanları Behçet Bey, Atiye Hanım, İsmail Molla Bey,Ata Molla Bey, Halit Bey, Nuri Bey’dir.
TARIK BUĞRA (1918-1994)
Kurtuluş Savaşı’nı birbirinin devamı olan üç romanlık bir seri hâlinde ele almıştır. Birincisi “Küçük Ağa”, ikincisi “Küçük Ağa Ankara’da”, üçüncüsü “Firavun İmanı”dır.
Küçük Ağa: Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen önemli romanlarımızdan biridir. Romanda Anadolu insanının padişaha daha sıkı bağlanması için Konya’nın Akşehir kasabasına gönderilen ancak buraya geldikten sonra Kuvayımilliyecilere katılarak Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen Raşit Efendi’nin (Küçük Ağa) şahsında Millî Mücadele anlatılır. Medrese eğitimi alan bir imamın önce karşı çıktığı Milli Mücadele hareketini sonra bilinçlenerek yavaş yavaş benimsemesi işlenir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun işgaline karşı Kuvayımilliye hareketi oluşur. İstanbul Fatih Medresesi’nde yaptığı coşkulu vaazlarıyla tanınan Mehmet Raşit Efendi, padişahın (İstanbul Hükümeti’nin) otoritesini tanımayan bu hareketi engellemek için 1919’da Konya’nın Akşehir ilçesine gönderilir. Burada “İstanbullu Hoca” diye tanınır, bir süre sonra Emine’yle evlenir. İstanbullu Hoca, Kuvayımilliye ve önderleri Haydar Bey’e karşı çıkar, onları vatana ihanetle suçlar ve padişahın desteklenmesini ister. Bunun üzerine Ankara’da Hoca için “vur emri” çıkarılır ve Hoca, kaçıp Çakırsaraylı çetesine sığınır, burada “Küçük Ağa” diye anılır. Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik Bey’in çetesinde bir müfrezenin başına geçer. Hoca bazen yaptıklarının doğru olup olmadığını düşünür. Çolak Salih’e Hoca’yı yakalama emri verilir. Hoca’yı bulur ve onunla konuşur. Hoca, zaman içinde Kuvayımilliye hareketinin doğru olduğunu düşünür, saf değiştirir ve Milli Mücadele’de önemli roller üstlenir.
Küçük Ağa Ankara’da: Bu romanında Çerkez Ethem olayının örgütlenişinden dağılışına kadarki olayları işler. Küçük Ağa’nın (İstanbullu Hoca/Mehmet Raşit Efendi) Çerkez Ethem’e karşı savaşı; Akşehir’e dönememesi sonucu karısının yaşlı bir adamla evlendirilişini bu romanında anlatır.
Firavun İmanı: Bu romanında Sakarya Savaşı öncesi ve sonrasını; Mustafa Kemal’in liderliği etrafında şekillenen Cumhuriyet’in kurucu kadrosu ve onun iradesine karşı oluşan millî-muhafazakâr
muhalefeti ve yeni yönetimden pay kapmak isteyenlerin siyasi çatışmalarını konu edinir.
Aldığı ödül: Türkiye Millî Kültür Roman Ödülü (1978)
Osmancık: Osman Bey’in tarih sahnesine çıkışı ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu anlattığı bu romanında küçük bir beylikten koca bir devlet yaratan yönetimin temelinde yatan kurumları, töreleri, ahlak değerlerini; günümüz Türkiyesi’ne ışık tutarak verir. Devletin kurucusu Osman Bey (Osmancık)’in hayatı anlatılır. Osmancık, Şeyh Edebali’nın kızı Malhun Hatun’a âşık oluncaya kadar amaçsızdır, âşık olunca değişir, sorumluluğunu bilen bir devlet adamı hâline gelir. Kendini iyice gösterince babası Ertuğrul Gazi’nin yerini alır. Atasından aldığı beyliği Anadolu’da bir devlete çevirir, sırası gelince de oğlu Orhan’a bırakır, Bursa’nın fethi haberini alınca da vefat eder.
Aldığı ödül: Milli Kültür Vakfı Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü (1985)
Siyah Kehribar: Bu romanında Musollini İtalya’sında yönetim baskılarına direnen aydınların çıkmazlarını ve soylu direnişini işlemiştir. İspanya iç savaşları sırasında İtalya’yı ele alıp Roma’ya doktora yapmaya giden bir Türk gencinin “Siyah Kehribar” barında tanıştığı kimselerle konuşmalarından hareketle dikta rejiminin özgür insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini belirtmeye çalışmıştır.
“Gençliğim Eyvah”ta aydın kesimin problemleri çevresinde 1970 sonrası gençlik hareketlerini, toplumsal dalgalanmaları anlatmıştır.
“Dönemeç” romanında Konya/Akşehir’de Doktor Şerif ile Handan’ın aşkı etrafında çok partili sisteme geçişin sancılarını dile getirmiştir.
Yağmur Beklerken’de çok partili hayata geçişin ilk durağı olan “Serbest Fıkra” çevresinde gelişen olayları, 1929 ekonomik buhranını, Şeyh Sait İsyanı’nı Takrir-i Sükun Yasası’nı ele almıştır.
Dünyanın En Pis Sokağı’nda 1970’li yılların siyasi mücadeleleri içinde kan davası için yetiştirilen Yılmaz’ın aldığı eğitim sonucu bu işten vazgeçerek yazarlığa yönelmesini konu edinmiştir.
İbiş’in Rüyası’nı orta oyuncusu Komik-i Şehir Naşit’in hayatından yola çıkarak yazmıştır. Eserde bir paşanın oğlu olan Nahit’in küçüklüğünde tiyatroya merak salması, lise son sınıftayken evden kaçarak tiyatrocu olması, komedilerde İbiş rolünü üstlenmesi, karısı Vedia ve sevgilisi Hatice’yle olan serüvenini konu edinmiştir.
Aldığı ödül: TRT Roman Başarı Ödülü (1970)
ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR (1888-1963)
Fahim Bey ve Biz: Romanda, hayal dünyasında yaşayan, zengin ve makam sahibi olmayı düşleyen, bunalımlı bir yapıya sahip Fahim Bey’in iç dünyasını, başından geçenleri anlatmıştır. Akıcı bir dil ve
yetkin bir üslupla kaleme alınmıştır.
Aldığı ödül: CHP Roman Yarışması’nda Üçüncülük Ödülü (1942)
Çamlıca’daki Eniştemiz: Yazar, özlemini çektiği dünyayı yansıtırken romanın başkahramanı Hacı Vamık’ın değişik huylarını, sohbetlerini, korkularını, eğlenceye düşkünlüğünü inancını dile getirir. Roman, Hacı Vamık’ın değişik özelliklerinin anlatıldığı 27 bölümden oluşur: Çamlıcadaki Eniştemizin Köşkü, Eniştemizin korkuları, Deli Eniştemiz ve Yemekler, Eniştemizin Garip Huyları, Eniştemiz ve Arabistan gibi... Kahramanın âdeta portresinin çizildiği romanda olaydan çok ruhi ve fiziki tasvirler ön plandadır.
Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği: Bir insanın huzur arayışını trajikomik olarak ele alan bir romandır. Mirasyedi bir adam olan Ali Nizami Bey elindekileri tüketince alafranga hayatı bırakır, Bektaşi şeyhi olmaya özenir ve evini tekkeye çevirir. Ne var ki Ali Nizami Bey’in şeyhliği Donkişot gibidir, hayalîdir. Sonunda çıldırır ve ölür.
SAMİHA AYVERDİ (1905-1993)
İbrahim Efendi Konağı: Osmanlı Devleti’nin ve aynı zamanda bir konağın yıkılışını konu alan romanda başkahraman İbrahim Efendi, ailesinden miras kalmış konakta, geniş ailesiyle birlikte lüks içinde yaşamaktadır. Konakta canlı bir hayat vardır. Konağın canlı, debdebeli hayatı İbrahim Efendi’nin ölümüyle sona erer. Konak, kâhyanın eline geçer, İbrahim Efendi’nin kızları ortada kalır. Romanın diğer kahramanları zengin olma hırsı gösteren damat Salih Bey, Salih Bey’in zıt karakterinde olan diğer damat Yusuf Bey, İbrahim Bey’in saf ve konağı idare edemeyen kızı Şevkiye Hanım ve kötü niyetli kahya Zaim Bey’dir.
Mesih Paşa İmamı: Gerek teknik gerekse kurgu bakımından en güçlü romanıdır. Eserde, imam olduğu
hâlde İslam’ın ruhuyla ilgisiz, sevgiden yoksun, kaba bir baba ile Avrupalılaşmayı yanlış anlayıp aslî değerlerini kaybeden çocukları arasındaki çatışmayı, Osmanlı’nın son döneminde Türk ailesinin geçirdiği krizi dile getirmiştir.
SELİM İLERİ (1949-2025)
Her Gece Bodrum: Yazar, iç konuşma ve bilinç akışı tekniğini kullandığı bu romanında toplumsal kargaşa içinde bunalıma düşen küçük burjuva aydınların dramını, arayışlarını ve çıkmazlarını anlatır. Eserde üç farklı grubun Bodrum’da yaptıkları on beş günlük tatil esnasında aralarındaki ilişki ele alınır. Kahramanları; Özgür, Betül, Haydar olan birinci grup İzmir, İstanbul gibi şehirlerden gelerek tatilini Bodrum’da geçiren zengin kesimdir. İkinci grup Bodrum’a ilk kez gelen Cem, Tarık ve Murat’tan oluşan arkadaş grubudur. Üçüncü grup ise Cem ve Murat’ın arkadaşı Ahmet, İngiltere’den gelen Catherine ve evde kalma korkusu yaşayan Emine’dir.
Aldığı ödül: TDK Roman Ödülü (1977)
Cemil Şevket Bey, Aynlı Dolaba İki Rovelver: Biyografik bir roman özelliği taşıyan eserde roman kahramanı Cemil Şevket Bey’in IV. Murat’tan (1840-1904) 27 Mayıs İhtilali’ne (1960) kadar geçen dönemde Osmanlı Sarayı ile ilgili duydukları, gördükleri ve bildikleri anlatılır. Cemil Şevket Bey’in tutkuları, zaafları romanın yazıldığı dönemden geri ve ileri gidişlerle ele alınmış, yakın tarihe ait bilgilere yer verilmiş. Roman kahramanı Cemil Şevket’le kastedilen aslında Cumhuriyet Dönemi’nin önemli romancılarından biri olan Nahit Sırrı Örik’tir.
“Ölünceye Kadar Seninim” romanında Süha Rikkat adlı bir kadının aşklarını ve iç dünyasını bilinç akışı tekniğini kullanarak vermiştir.
MEMDUH ŞEVKET ESENDAL (1883-1952)
Ayaşlı ve Kiracıları: Romandaki olay Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’nın Ayaş ilçesinde geçmektedir. Romanın başkahramanı Ayaşlı İbrahim Efendi, eşkıyalık dâhil birçok iş yapar, sonunda geçimini sağlamak için Ayaş’ta dokuz odalı bir apartman kiralayıp burayı oda oda başkalarına kiraya vererek pansiyon olarak işletir. Odalarda kadın, erkek, genç, ihtiyar, evli, bekar çeşitli insanlar oturmaktadır: Bekar bir banka memuru, eski bir çiftlik sahibi Hasan Bey, eski konsoloslardan ihtiyar Şefik Bey; odun-kömür satıcısı Buharalı Abdülkerim ve karısı İffet Hanım, eski bar kızlarından Faika ile kocası şoför Fuat, geceleri odasında kumar oynatan Turan Hanım’la kocası Haki Bey, fabrikatör olduğunu söyleyen ama aslında uyuşturucu satan İskender Bey… Apartmanı işleten İbrahim Efendi, kızı Faika, damadı Fuat da aynı apartmanda kalmaktadır. Birbirleriyle iyi kötü geçinen insanlardan Şefik Bey öldürülür, Hasan Bey felç olur, İskender Bey tutuklanır, diğer kiracılar başka yere taşınır. İbrahim Bey’in ölmesi ve üvey kızının başka yere taşınmasıyla apartmandaki hayat son bulur.
MEHMET SEYDA (ÇELİKER) (1919-1986)
Yaş Ağaç: Romanda devlet kasasından beslenen Cumhuriyet öncesi büyük bir ailenin, Cumhuriyet sonrasında çektiği geçim sıkıntısını, yeni hayata ayak uyduramayışını ve parçalanışını romanın kahramanı Osman’ın bakış açısından vermektedir.
Yanartaş: Yazarın kendisinin Zonguldak madenlerinde çalıştığı yıllardaki gözlemlerine dayanan otobiyografik/belgesel bir romandır. Romanda II. Dünya Savaşı’nın Türkiye ve Zonguldak üzerindeki yansımalarına değinir.
Aldığı ödül: TRT Roman Ödülü
“Ne Ekersen”de aynı aileden Ali Muhsin’in toplumsal uyumsuzluklarını, zor yaşam koşullarını konu edinir.
Aldığı ödül: Yunus Nadi Üçüncülük Ödülü